Dönemler kapanırken geleceği tanımlama kaygısı ortaya çıkar. 20. Yüzyıl kapanırken gelecek üzerine çıkarsamalar sarmıştı ortalığı, biliyorsunuz. Futbolda 21. Yüzyıl’ın takımını seçmeye koyulmuştuk... Önce Liverpool, Ajax’tı bu takım. Sonra Dinamo Kiev.
21. Yüzyıl’a ve 3. bin yıla gireli 10 yılı geçmiş bile. Yeni dönemlerin ilk yılları ne çabuk geçiyor. Bugünün Barcelona’sına bakıyorum da işte o eskiden tanımlamaya çalıştığımız ‘yeni yüzyılın takımı’ bu takımmış.
Sadece seyir zevki vermiyor, sadece oyun ufkumuzu açmıyor Erguvani-Mavililer. Daha da öteye giderek, ‘Barselonamsı’ ya da ‘Barselonian’ ya da ‘Barselonesk’ gibi tabirlerle adlandırılacak yeni bir futbol ekolünün simgesi oluyor. Gerçekten ‘bir futbol takımından daha fazlası’ var ortada. Barcelonesk futbolu en iyi oynayanlardan Arsenal ile hakiki Barcelona’nın Şampiyonlar Ligi’nin finalinde oynamalarını isterdim. Sert ve kaotik bale yapan Barcelona finale yürüyebilirdi rahatça. Ama daha kırılgan ve zarif bir koreografiyi sahaya yansıtan Arsenal final öncesinde elensin istemedim. Olsun, kura şansı mı şanssızlığı mı diyelim, yine de çeyrek finalde karşılaştılar ya... Hem de iki maç yaptılar. Ne ki artık finalin eski tadı olmayacak benim için.
(Bir başka final eşleşmesi umudum olan Barcelona-Inter yarı finalini dört gözle ama başka gözlerle bekliyorum, o ayrı.)
Topa egemen olacaksın
İki Barça-Arsenal karşılaşmasında umduğumuzdan fazlasını bulduk değil mi? İlk maçın ilk ve son yarım saatleri neydi öyle? Ya ikinci maçın ilk yarısı... Toplamda atılan 9 gol var. Ve sayısız pozisyon. Kaleciler topu oyuna sokarken, ya da savunmacılar kalelerinin önünde ilk pasları
yaparken bu kadar meraklandığınız, heyecanlandığınız maç oldu mu?
Bundan da öte, ilk maçta adım atacak halleri kalmayan Barcelonalılar arasında, çatlak bacağıyla sekerek dolaşan Fabregas gözümün önünden gitmeyecek. Hiçbir şey onu arkadaşlarından ve oyundan koparamazdı o dakikalarda.
Arsa futbolundan şampiyonluklara, futbolun o amatör ruhu dolaşıyordu o an sahada.
Bir de ikinci maç sonunda Messi’nin, İngiliz geleneğine uyarak evine götüreceği hat-trick topuyla oynayışını, o çocuksu neşesini, unutmayacağım.
Duygulardan olgulara döneyim. Barcelona’nın ve Barselonian takımların en büyük özelliğinin topu kontrollerinde tutmak olduğu biliniyor. İstatistikler söylüyor zaten bunu. Futbol kolektif bir
oyun ama tek topla oynanıyor. Temelindeki zıtlıklardan biri bu. Böyle olunca çare yok, o tek topa sahip olacaksın.
Barça ikinci maçta yüzde 61 topa sahip olmuş. Arsenal’e ise yüzde 39 kalmış. Tabii Serpil Hamdi Tüzün’ün hep işaret ettiği gibi, aslında iki takımın da topa sahip olmadığı bir ‘hâl’ ve yüzde var. Barcelona’nın birinci sırrı burada işte. Bu süreyi de en aza indiriyorlar. Kontrollerinden çıkardıklarında top ya filelere, ya kaleciye ya da auta gidiyor, ya da son anda rakip oyuncu tarafından kesiliyor. Rakibe top göstermiyorlar tamam da, topla da gerektiği yerde vedalaşmasını biliyorlar.
Sahaya egemen olacaksın
Barcelona’nın topa çok sahip olduğunu ve çok pas yaptığını biliyoruz. Arsenal’in de en tipik özelliği bu. Hocaları Wenger’e ‘tek top Arsene’ diyenler bile varmış. Buna karşın ikinci maçta Barça 530 küsur isabetli pas yaparken, Arsenal’inkiler 230 küsurlarda kalmış.
Pekiyi topa fazla sahip olmak ve fazla pas yapmak tek başına iyi ve güzel futbolun garantisi mi? 1994 Dünya Kupası’nda Parreira’nın Brezilyası kendi yarı alanında bıktırıcı ölçüde geri-yan pas yapıyordu ve dünyanın gördüğü en yavan kupanın baş aktörü oldular.
Futbol tek topla oynanan bir takım oyunu olduğuna göre top bir oyuncunun ayağındayken ötekilerin, hakemlerin bile, ne yaptığı, nerede durduğu, nereye hareketlendiği önemli. İşte burada top kadar sahanın kullanımı devreye giriyor.
Top rakipteyken Barcelona inanılmaz ölçüde ileride basıyor ve alan daraltıyor. Rakibe iki pastan fazlasına izin vermiyor. Zaten en zayıf oldukları yer kendi ceza alanlarının önü... O yüzden Guardiola, “Riske girmeme riskine giremeyiz” diyerek sürdü takımını sahaya Londra’da. Bunun sonucunda, “Hayatımda seyrettiğim en müthiş yarım saat” diye övdüğü futbolu oynadı takımı... Arsenal’i ceza alanı çevresinde tuttular. İlk 44 dakikada, o maç 4-0 olacakken, futbol bu, ikinci maç 3-1 oldu.
İlk maçın ilk yarısı için Arsene Wenger’in yorumu, “Defansta kalarak bu maçtan çıkma şansımız yoktu” olacaktı. Çıkmakta geciken defansın arasına atılan iki topla 0-2 geriye düşünce Fransız hoca, Eboue ve Walcott’ı sahaya sürerek oyunu Barça yarı alanına yıkacak ve beraberliği kurtaracaktı... İkinci maçın başında Arsenal orta alan kademeleriyle rakibi ileride tuttu, bir derin pasta golü buldu ama sonra Barça’yı ve Messi’yi durduramadı. Çünkü topu kazanınca Barcelonalılar tek paslarla dar alandan çıkıyor. O sırada her Barcelonalı ileriye doğru boş alanlara giderek ayağında top olan arkadaşlarına pas alternatifleri ya da top sürme alanları yaratıyor. Top rakipteyken daralttıkları sahayı, top kendilerindeyken genişletiyorlar.
İlk maçta İbrahimoviç, (ki Messi’yle ve genelde Barça’da oynaması hayırlı mı değil mi, karar
veremedim), iki gol vuruşunu yaparken Messi neyle meşguldü dersiniz?
Sonuçta Barça çok pas yapıyor ama her pas bir öncekinden daha etkili hale geliyor. Top giderek canlanıyor ve basit bir pasla başlayan zincir tehlikeli bir atakla ya da gol vuruşuyla sonuçlanıyor. Barcelona’nın ikinci sırrı burada.
Tabii her oyuncu arkadaşlarının yarattığı üç dört alternatifin farkında. Bunlardan en doğrudan, en güvenli ve en kısa olanını içgüdüsel olarak seçiyor. Genç takımdan başlayarak bu terbiye ile yetişiyor. En etkili olacak yerde pas veriyor-alıyor, en etkili olacak yerde top sürüyor, en etkili olacak yerde şut atıyor. İşte Messi.
Zamana egemen olacaksın
Özellikle ikinci maçın ikinci yarısında Arsenalliler de topa ve sahaya sahip oldular ama karşı kalede etkili olamadılar. Etkili oldukları anlarda ofsayta düştüler. Çünkü hızlı değillerdi. Tek viteste oynuyorlardı. Çabuk hızlanıp çabuk yavaşlayamıyorlardı; ivmeleri yoktu. Zor kazandıkları topları kolay kaybettiler. Fabregas’ı aradılar. Zamana egemen olamadılar kısacası. Son hamlelerde hep geç kaldılar. Her pasları bir önceki pastan etkisiz ve dağınık oldu.
Barçalılar ise ilk maçın ilk yarısında ve ikinci maçın genelinde zamana egemendi. Rakipten önce hamlelerini yaptılar... Günümüzde topla bu kadar hızlı dönebilen, bu kadar ileri geri vites değiştiren ve bu kadar kolay arkadaşını bulan başka takım yok. Bu da Barcelona’nın üçüncü sırrı... Böyle olunca, attıkları paslar sanki bir sonraki hamleyi dikte ettiriyor. Sonraki
oyunun mesajını ve şifresini taşıyor.
Bakınız: Üçüncü golde Abidal’in kafayla Messi’nin koşu yoluna bıraktığı top.
Egemenlik kayıtsız şartsız anlayanın
Böyle maçların sarhoşluğundan ayıldığımızda haklı olarak soruyoruz: “Bunların oynadığı futbolsa, bizim oynadığımız ne?”. Tabii sorunun cevabı önce onların ne oynadığını anlamaktan geçiyor. Nasıl oluyor da, o altyapıdan birbirinin aynı felsefede ama farklı kişilikte İniesta’lar, Xavi’ler, Busquets’ler, Fabregas’lar çıkıyor? Nasıl oluyor da beceri farklarıyla aynı tarz oynamaya çalışan Messi’ler, Bojan Krkic’ler, Pedrolar, Jeffren’ler, Giovanni dos Santos’lar yetişiyor? Nasıl oluyor da bunların en iyileri, büyük hedeflere oynayan Barça gibi bir takımda ilk 11’e yerleşiyor, vasat olanlar önemli liglere gidiyor? Nasıl oluyor da bu futbolcular geleceğin futbolunu bugüne getiriyor?
Önce bunları anlamaya çalışmak gerek. Sonra da hüküm kesmeyi bırakıp bizde olanı anlamaya çalışmak gerek. ‘Ön libero’ , ‘pivot santrfor’, ‘playmaker’, ‘az forvet-çok forvet’, ‘önce gol yemeyeceksin-önce gol atacaksın’, ‘puan futbolu-güzel futbol’, ‘hocaydı, değildi’, ‘şunu sok, bunu çıkar’ skolastiğini bırakıp olgularla yüzleşmek gerek. Yoksa onların oynadığı da futbol, bizim oynadığımız da.
Barcelona’yı babam da çalıştırır...
Yahu şu ‘Barcelona’yı babam bile çalıştırır’ lâflarını bırakalım artık. Baksanıza, ‘zaytung.com’un haberine göre Barcelona Başkanı Laporta açıklama yapmış. “Biz hocalara bu kadar parayı boşuna mı veriyoruz, Türkiye’de aranızdan seçin birini, bize hoca olarak yollayın” diye... Ayrıca babalarınıza ayıp olmuyor mu? Bu kadar beceriksiz mi adamlar? Emek ve akıl gerektirmeyecek işlere hep onları layık görüyorsunuz.
Kaynak: İBRAHİM ALTINSAY 08/04/2010 Radikal
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder